24 Mayıs 2017 Çarşamba

GÜNEŞ GÖZLÜKLÜLER

     Savaş hortladı mı bir kez bir coğrafya da her şey kirlenmeye başlar artık. Temiz bir yer bırakmamak için de, dört bir yandan saldırıp kirletmeye çalışırlar. Tam da dediğim olayları yansıtan bir zamanda yaşıyoruz maalesef. Tertemiz, kocaman yürekleriyle haksızlığa karşı direnmeye çalışan insanlara, coğrafyalarına, evlerine  iktidar sahipleri kirlerini kusmaya çalıştığı bir dönem. Kürtlerin yaşadığı bölgeler ve Kürtlere yapılanlar bunun en açık örneği. Hendek ve barikatlar denilip aylarca devam eden çatışmalarda Nusaybin, Sur, Cizre, Silvan, Varto, Yüksekova, İdil, Şırnak, Silopi ve Yüksekova da yıkımın ve saldırmışlığı nın en kirlisini en çirkinini bizlere gösteren savaş taraftarları bunlar yetmezmiş gibi bir de Kürtlerin tarihine, kültürüne ve onlara rehberlik etmiş kanaat önderlerine el uzatmış ve kirletmeye çalışmış. Son 2-3 yıl içinde o kadar çok örneği var ki ancak ben son günlerde medyaya yansıyan özür dilerim sadece duyarlı vicdanlı insanların kalemine yansıyan olaylardan bahsedeceğim.

     Öncelikle Van da bulunan Çatak ilçesi belediyesinin,  park ismini değiştirmesinden bahsedeceğim. Surda devam eden çatışmaların durmasını, insanların ölmemesini istediği için savaş medyası tarafından afaroz edilen ve hak etmediği hakaretlere uğrayan ve sonunda da öldürülmesiyle sonuçlanan Sevgili Tahir abinin ( Elçi )adını taşıyan park adının değiştirilmesi tam anlamıyla acizliğin göstergesidir. Bu da yetmezmiş gibi parkın isminin ölen bir korucu isminin verilmesi de aslında egemen sistemin Kürtlere ne amaçladığını gözler önüne sermesi açısından önemli. Peki bu durum Kürt halkı gözünde adalet ve barış temsilcisi olarak yer etmiş değerli bir şahsiyetin, hatırasını taşıyan park isminin değiştirilmesi sizce onun adının unutulmasını mı sağlayacak? Kürt gençlerine bıraktığı bayrağın düşmesini mi sağlayacak? Tabi ki de hayır. Onun ismi de öğretikleri de Kürtlerin kalbinde de beyninde de sonsuza dek var olacaktır.








     Diğer bir iğrenç olay ise sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf. Kendisinin daha sonra Şırnak vali yardımcısı olarak öğrendiğim şahsiyet, savaş sonrası yıkıma uğramış harabe durumdaki bir evde pencere önünde güneş gözlüğü ile  verdiği poz. Utanmadan bir halkın yaşadığı acıya yıkıma poz vererek yaklaşmak. Aslında kendisinin verdiği poz iktidar sahiplerinin ve yandaşlarının savaş ve yıkım boyunca sergilemiş olduğu tutumun aynaya yansımış hali. Bir çocuğun ölü halinin annesi tarafından günlerce derin dondurucu da bekletilmiş haline fotoğraftaki gibi bakan toplumun hali.  Günlerce bir annenin bedeninin yerlerde bekletilmesine fotoğraftaki gibi bakan toplumun hali. Bedeni yerlerde sürüklenen insanlara fotoğraftaki gibi bakan toplumun hali. Hamile bir kadının evinin balkonunda vurulmasına fotoğraftaki gibi bakan toplumun hali. Ve buna benzer bir çok yaşadığımız acı olaya fotoğraftaki gibi bakan toplumun hali... Onlar yıkıma savaşa böyle baka kalsınlar, sessizce yerlerinde oturup ibadetlerini etsinler, yaklaşan Ramazan ayında oruçlarını tutup, nefislerini değil karınlarını açlığa yatırsınlar. Bizim onların bu haline bakacak güneş gözlüklerimiz yok ama onlara ders verecek kocaman yüreklerimiz devrimci mürekkeplerimiz var.

    





     Son olarak da Surda mahallerini yıkıma terk etmeyen halk için yazacağım. Mimari yapıların insan yaşamını ve  düşüncesini etkilediği tartışılmaz bir gerçekliktir. Toplu yaşama dayanan ve komünal düzeyde örgütlü mahallerde ve evlerde oturan Kürt aileleri belki de bu saye de bunca yıldır sömürüye asimile olmaya karşı durmayı başarmıştır. Bunu fark eden iktidar da bunu değiştirmek için savaşı söz konusu ederek Kürtlerin mahallerini yıkmaya başlamış. Toki ile ortaklık edip Kürt aile geleneğine ve sosyolojisine uymayan çok katlı binalar yaparak halkı kültüründen uzaklaştırmayı ve birbirlerine yabancılaştırmayı amaç edinmiş. Bu yüzden mahalle halkının  bu asil davranışını tebrik ediyorum. Çünkü tarihlerini, kültürlerini ve en önemlisi onurlarını satmayan bir halk tebrikten daha fazlasını hak ediyordur. Yazımı Aliye İzzetbegoviç in sözüyle sona erdirmek istiyorum. " Kaybedilmiş hiç bir kurtuluş savaşı yoktur ".   Anlayana...

22 Mayıs 2017 Pazartesi

KARANLIK İSLAM ORDULARI, HEDEFİNİZ ?

    
      Geçtiğimiz günlerde İstanbul Müftüsü Hasan Kamil Yılmaz, camilerle alakalı şu sözleri dile getirmiş. " Camilerimizin statüleri farklılaşacak ve gruplara ayrılacak, camiler topluma açık hale gelecek ve sadece ibadet yapılan yer olarak görülmeyecek. "  Çok değerli İstanbul Müftüsünün , bu sözlerini günümüz İslam dünyası için çok anlamlı ve değerli buluyorum. Türkiye özelinden başlayarak İslam dünyasının geneline yayılan ve en büyük sorun olan bu konuyu dile getirmesi takdire şayan.!!! Çünkü İslam bugün tarihi boyunca görmediği ilerlemeyi kat etmiş, ilim irfan yolunda Batıya ve diğer medeniyetlere örnek teşkil etmiş ve İslam' a inanan Müslümanlar, savaşın olmadığı  barış dolu bir dünya yaratma yolunda hızlıca yol almış. Kendisini buradan ne kadar tebrik etsek azdır.!!! 






     Adalet kavramı ile özdeşlemiş, barış ile yoldaşlık etmiş bir dinin günümüzdeki en büyük sorunu bu çünkü. Ancak kendisine buradan bir sualde bulunmak istiyorum. Kendisi, camilerin statüsü ile uğraşacağına , şu soruyu önce sorması gerekmez miydi. " Acaba camiler bu zamana kadar Cami olmuş muydu ki? Bu misyonu yüklenebilmiş miydi ki? " Bilmiyorum ama benim dini mabedler den anladığım özellikle de bu İslami mabedler söz konusu olunca, halkın o günkü  sorunlarını dinleyip çözüm için uğraşan, halkın yaşadığı sıkıntıları bilip omuzlamaya çalışan destek olmaya çalışan mekanlar olarak algılıyorum. Aslında bütün dinlerin de özü budur. Bazılarının anladığı gibi pahalı seramiklerin şatafatlı avizelerin, halıların olduğu ama halkın bütün değerlerinden kopuk camiler olarak anlamıyorum.  İslamın günümüzde o kadar sorunu varken buna mı kaldı sadece İslam. Bizim inananlar olarak bugün konuşmamız gerekenler bunlar mı sizce?  İslamın dört bir yanı saran adaletsiz iktidarlar, halkına zulmeden Firavunlar, Nemrutlar varken, bizler camilerin statüsünü mü konuşacağız .İnsanlar ölürken, dilleri, renkleri, kokuları başka diye, baskı altına alınmış onca İslam ümmeti varken ve İslam ümmetinin yetimleri  yanı başınızda zulme uğrarken bugün bunları mı konuşmamız mı gerek? Biliyorum sizlerde benim düşündüğüm gibi düşünüyorsunuz aslında  bu konuda size haksızlık etmek istemiyorum. Ama bunlardan önce namaz kılarken çalınmamasını düşündüğünüz bir ayakkabınız ve çok sevdiğiniz bir makamınız var. 








    Siz onları düşünürken, İslami cihad adı altında insan öldürenler, bir futbol sahasında ırkçılığı tekbir sesleriyle süsleyenler, elinde Kuran ile gezip daha sonra gezdiği yerleri yakıp yıkan inananlar dini sorumluluklarını yerine getirme rahatlığını hissediyorlar.!!!  İnsanları harekete geçiren, kendi içinde devrime iten İslamın yerine uyuşturan, sessizleştiren ve bencilleştiren İslamın alması, ne kadar acı. İslam cahiliye devrinde diri diri toprağa gömülen insanları yeniden yaşama getirirken, köleliği kaldırırken, zulme karşı ses çıkarmayı amaç edinmişken insanların yaşamlarını karanlıktan aydınlığa getirirken. Bugün karanlıklar içinde kalıyoruz maalesef. Komşusundan haberi olmayan, insanların uğradığı adaletsizliklerden haberi olmayan, sessiz ve pasif, kocaman bir karanlık İslam ordusu... 

18 Mayıs 2017 Perşembe

TARİHİ VE KÜLTÜREL SORUMLULUK

     Egemen sistemin insan hayatını sarıp sarmaladığı günümüz dünyasında, en önemli nokta bireyin kendisine ait olan tarihsel ve kültürel bilince sahip çıkabilmesidr. Ne yazık ki günümüz dünya insanı, tüketme çılgınlığına tarih ve kültürü de tüketim olarak eklemiş ve kendi tarihsel gerçekliğinden uzak, kültüründen uzak bireyler toplumlar ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu noktada egemen sistem bekçileri başarılı olmuş gibi duruyor. Buna nereden vardığımı soracak olursanız da, kafanızı  şöyle bir kaldırıp etrafa bakmanız yeterli olacaktır. Bugün sokakta başka başka ülkelerden insanları bir araya toplayıp getirseniz aralarında hiç bir farkın olmadığını göreceksiniz. Sermaye sisteminin bizlere sunmuş olduğu yemeklerden tutun da elbiselere kadar her şey aynılaşmış olacağını çok açık şekilde göreceksiniz. Keşke durum sadece elbise ve yemek ile sınırlı kalsaydı diye düşünmedim de değil. ama maalesef toplum kendi gerçekliğinden uzak bir şekilde yaşamını sürdürmeye devam ediyor. ve bu durum dünya tarihini hiç bir döneminde rastlanmayacak kadar en üst düzeye ulaşmış durumda. Kültürler sadece belli günlerde hatırlanmış ( düğün , kız isteme gibi) tarih ise zihinlerden çoktan atılıp gitmiş durumda. 





     
     İşte böyle karanlık bir vakitte, özellikle de bizler gibi doğu toplumlarının kendisine yabancılaştığı bir vakitte kendisini hatırlamaya çalışan ve hatırlatmak için mücadele eden insanlar ile denk gelmek, sayıca az olsa da onların varlığından haberdar olmak, benim açımdan son derece  sevindirici. (  https://marduki.blogspot.com.tr/  ) Parantez için de belirttiğim ve kendisi de benim gibi blog sayfa üzerinden, memleketi hakkında bilgiler paylaşarak bizleri yataklarımızdan kaldırmayı amaç edinmiş. Belki aklınıza bir blog sayfası deyip küçümseme geçecektir. Ama sakın ola ki böyle bir yanılgıya düşmeyin. neden diye soracak olursanız da bizler sanal alemde gezip dolaştığımız yerlerin, yediğimiz yemeklerin, ve sevdiklerimizin fotoğraflarını paylaşarak birilerine nazire yaparken  bu arkadaşımız tarihin ona yüklemiş olduğu bu kutsal görevi yerine getirmek ile meşgul. Attığı bu adım için kendisini tebrik ediyorum. Ayrıca sayfasının sıkı bir takipçisi olacağımı buradan belirterek, bundan sonraki yazılarım dada omu eleştireciğimi belirtmek isterim. Yazımı üstad Ali Şeriatinin sözleriye bitirmek istiyorum. 'Bir yerde yangın varken biri seni ibadet etmeye çalışıyorsa, bil ki bu bir hainin davetidir. ''

     

17 Mayıs 2017 Çarşamba

İNSAN OLAMAMAK

   Uzun bir zaman oldu yazı yazmadığım.. Yaşamın bana dayatmış olduğu bir çok ihanet , birçok yalan ve beni benden alan bir çok hadiseden ötürü mürekkebi dökemedim yazıya. Özür diliyorum bu yüzden kalemimden. Beni ben yapan en büyük silahımdan. 
   

   Beni tekrar buraya getiren ve ateşimin hala sönmediğini hissettiren olay ise yaşadığım topraklar üzerinde özgürlüğü alınan, emeği gasp edilen , işi elinden çalınan ve çocuğunun cenazesini almak için yanlış okumadınız çocuğunun cenazesini almak için bedenini açlığa terk eden onurlu insanların mücadelesi olmuştur. Çünkü onlar mücadele ederken , bedel öderken ve kendini feda etme gibi insani aşamanın en üst en olgun seviyesini ulaşmış insanların sesine duyarsız kalmam inandığım bütün doğrulara hatta dine bile ihanet etme anlamı taşıyacaktı. 7 Haziran 2015 ve 15 Temmuz 2016 sonrası yaşanan ve bu güzelim coğrafyanın güzelim insanlarına yaşatılan o kadar çok kötü hadise var ki buraya onları yazmaya kalksam herhalde mürekkeb bile utanmaya başlar. Evet kaotik ortamın çevreyi sardığı bir ortamda maalesef çoğu insan haksızlıklar karşısında sessiz kalmayı, kör olmayı, sağır davranmayı tercih etti ve ediyor da. Oysa bunu yapan insanların ne tarihlerinde ne de dinlerinde böyle bir şey söz konusu, tarih ve din onlara mazlumdan yana olmayı , onların sesi olmak gibi bir misyon yüklemişken,onlar modernitenin ve egemen sistemin dayatmış olduğu vurdumduymazlığı ve vicdansızlığı yüklenmiştir. Düşünün bir yer de insani aşamanın en üst noktası ve bir yanda da en alt aşaması, sanki bu çağ bize insan kılığında ama insani olmayan modern çağ sunuyor!!!














   


  Sessizleşme, duyarsızlaşma ve eşekleşme üzerinden dizayn edilen günümüz toplumlarının nasibinden maalesef bizlerde üzerimize düşen ne pay varsa fazlasıyla aldık. Çoğu defa Kürt şehirleri yıkılırken ve insanlar ölürken sessiz kalmayı, şehirler de bulunan Avm lerde lüks mekanlarda bulunup yanı başımızdaki çocuk ölümlerini veya kirli çirkin işler üzerinden duyarsızlaşmayı ve iş- ev ve sanal alemde hiç bir şey mana ifade etmeyen paylaşımlar üzerinden de eşekleşmeyi öğrendik. Sanırım bugünkü yaşadığımız toplumun görüntüsü budur desem hiç kimse yok demez. Toplumun aydın diyebileceğimiz kesimi ise bu konularda maalesef sınıfta kalmış durumda. Halkının sorunlarını dert edinen insan sayısı bir elin parmağı kadar az iken, paranın, koltuğun ve herhangi bir gazete köşesinde yazı yazmak için yer edinmeye çalışsan insan sayısı ise ellere sığmayacak kadar çok. Bu durum gerçekten mide bulandırıcı. Düşünün bir ülke de insanlar ölürken, ölülerin yerlerde sürüklendiği, günlerce sokaklarda bekletildiği, şiddet dilinin her yeri sardığı, gazetecilerin tutuklandığı bir ortamda  dilsiz kalmayı  başarmak  ve öylece yaşamak. 








   

   Biliyorum, ben de çok masum değilim bu konuda. Benim de şeytanlaştığım, bir insan gibi davranmadığım zamanlarım oldu. İnsanların gözyaşlarına, yaralarına merhem olamamanın acısını yaşıyorum çoğu zaman yüreğimde. Ve çaresizliğim için  utanıyorum kendimden. Ve utandıkça da kendime geliyorum aslında. Çünkü benim için her utanış bir ızdırap ve sonrasında uyanış oluyor. Şimdi düşünüyorum da tok karınları ile nutuklar atan mı kazanıyor yoksa onurlu bir şekilde mücadele edip fedakarlığın her türlüsünü gösterip vicdanları ve insanlığı uyandıranlar  mı? Kazanan belli aslında çünkü tarih bedel ödeyen güzel insanları hatırlayacak. 



25 Ocak 2013 Cuma

KADIN - DAYİK

      Bu günlerde gündemde bütün sıcaklığı ile yer edinen konulardan bir tanesi de kadın ve kadın gerçeğidir. Tabi bütün bu söylemler laf  jimnastiğinden öteye geçememektedir. Aslında böyle konuların bir stadyum dolusu muhalifide bulunmaktadır; ama yazmak konuşmak insani bir dürtüdür.
      Bü gün var olan bütün izm’ler kadın realitesine sağlıklı reçetelerle yaklaşamamıştır ve bu noktada sınıfta kalmışlardır. İnsan hakları ve benzeri mercilerin revaçta olduğu günümüz . Yüzyılında, hala kadın meta olarak görülmekte ve baskıcı zihniyetin kölesi olmaktan kendini alamamıştır. Kimi yerde anne, kimi yerlerde canan olan bu varlığa gerektiği ölçüde değerini vermek dinimizin bir buyruğudur.
                           

      İlkel kominal topluma baktığımızda zaman ortak yaşam paydasında buluşan erkek kadın ilişkisi, paylaşım temelli üzerinde şekillenmiştir. Yani tamamen kişisel çıkarlardan uzak  tam bir zerdüştvari mütevazi yaşam…
      Evet ilkel kominal toplumdan sonra kadın çeşitli dinlere malzeme olmuştur. Belki bu malzemeyi en barbarca kullanan da orta çağ Hristyan dünyasının skolastik mantığıydı. Avrupa engizisyon mahkemelerde kadın üzerinde yapılan hayvanların bile midesini bulandıran söylemler ve tespitleri şunlardır; kadının var olup olmadığı! Kendisi vardır ama ruhu yoktur! Yada ruhuna şeytan karışmış bir yaratıktır.
      Tarihin kaygan zemininde kendine yer edinememiş olan bu varlık, şu an içinde bulunduğu keşmekeşlik ve nahoş durum da eskiden pek farklı değildir.
      Hakeza Yahudi mantığı da Hristyanlığı aratmayacak cinstendi. Bu mantıkta kadının entrikacı yönü görülmüştür. Çocuk doğuran ve büyüten boyutu ya da insanlık neslinin bir diğer kanadı ve misyonu görmezlikten gelinmiş, yok sayılmıştır
      Kadına ilk kadınlık kimliği tanıtan ve bu kimliğine yaşama alanı suna din ise, şüphesiz İslam dinidir. İslam’dan önce kadına biçilen rol yerin altıydı. Kadın İslam ile yerin altından çıkarıldı. Batı dünyasında az önce sıraladığım kadının insan olup olmadığı tartışması yapılırken, İslam aleminde Resullullah’ın emri ile ‘ hayvanlara fazla yük yüklenmesin’ emri veriliyordu.
      Evet kadın İslam aleminde ve topraklarında kadınlık kimliğini özgürce yaşadı. Bazı çevrelerden sıkça duyduğumuz ‘ efendim İslam kadını toprak altından çıkardı ama; örtünün altına sıkıştırdı’. Şu unutulmaması gereken bir husustur ki, örtü yasağı gelmeden önce önce Resullullah’ın eşi kendisine şu isteklerde bulunmuştur. ‘ bu şekilde özgür ve rahat değiliz ‘ …yine Avrupa’da yapılan bir istatistikte açık giyinen yüz kadından yetmiş beşi durumlarından memnun olmadıkları ve fiziki tacizden tutun sözlü tacize kadar her türlü durumla karşılaştıklarını söylemektedirler. Bu durum İslam’daki örtü algısını yadırgayan beyinlere yeterli cevap teşkil etmektedir.
      İslam zemininden uzaklaşan kadın kendini resmi ideolojinin kollarında buldu. Bu süreçte kadın realitesi çok zedelendi. Kimi ideolojiler kadının biyolojik boyutunu hiçe saydılar kimileri de kadının ruhsal ve annelik boyutu…
      Bu gün geline noktada bedeni pazara sunulmuş, bütün insani değerlerden yoksun, bir et yığını haline getirilmiştir. Kimi yerde bir markanın etiketi kimi yerde ise karşı cinsin hayvani duygularını tatmin eden bir şişme bebekten ileriye gidememektedir.
      Onurlu bir insana yakışan, kadına paylaşım temellinde yaklaşımdır. Şehvi duygulardan uzak sadece ve sadece paylaşım temellinde olmalıdır. Belki emir olarak İslami bir emir değildir ama; insanidir. İnsani olan her şey islamidir….     
                                                                                                  Sılav u réz……… HOGIR

24 Ocak 2013 Perşembe

GER

            Jı ber éşa dılé xwe bang dıkım. Wek dayikek dıl şıkesti, an wek zarukek bé xwedi
      
       Heviyé mın dızine daye ! ez lı hevié xwe dıgerım. Nave mın çıbu dı nav diroke da? Ez kime ?..... navé mın dızine daye ez lı navé xwe dıgerım. Héz dıbım car caran, wek hespeki fahl an vek pezeki kuvi! Lı rastiya xwe dıgerim.

      Penaberi, hejari, ne daxwazya mebu u hoviti ne daxwazya mebu… daye ez lı şarıstaniye dı gerım. Hejari dı hone jiyana me, penaberi kal dıke an stuxwari, devlemendiye me dızin daye…ez lı devlemendiye dı gerım.

       Dı nav jiyané da me çahhve xwe dı 21 salida vekır. Mene got bavo – ez sévek dıxwazım an xareki xeleq reş, soleki reng bı renk…zaruktiya me dızin daye ez lı zaruktiya xwe dıgerım.

      Nıkarım hezkırına xwe binım zıman, na na ez ne hovım. Hésté me dızin daye… ez lı hésté xwe dıgerım.

       Ez hat kwüştım bı silıhéh kimyewi dı helepçé da şengal u zagrosan da …. Talankırım bı zılmé koçber kırım. Kesi lı dora xwe nedit daye… xwediye me kine? Lı xwediyé xwe dıgerim.

       O iro ji o ji ez lı te dıgerım ey Welato. Dı xwevnén şirinde ez bı tera dıkım kéfu henek. Ger te nebinım ger te nebinım ez wek mamoste Şıwan Perwer dı Qirinım kelama ‘ Ey Feleka Xayin’

       Lé belé ezé te bıbinım tu wek keştiyeki dı asoyé da jımın ra dı keni..
                                                                                               HOGIR

15 Ocak 2013 Salı

AHLAKİ ÇÖKÜŞ

   
     Dünyanın herhangi bir coğrafyasında meydana gelmekte olan savaşlar sona ermiş, insanlık tarihin hiçbir döneminde göremediği huzuru yakalamış ve adaletin hakim kılındığı, mazlumların hakkını aldığı bir zaman yaşanılır duruma gelmiş. Ülkemizde de durum bu şekilde gelişmiş, ekonomik sorunlarımız halledilmiş,kadınlara uygulan tecavüz ve şiddetin önüne geçilmiş, yıllardır süregelen kardeş kavgası sona ermiş ve bizler de artık rahatça kanepelerimizin üzerinde uzanarak televizyon başında vakit öldürmeyi kendimize dertsiz, tasasız dünyada öncelikli şiar edinmişiz. Televizyon başında, buram buram Batının o ahlaksızlığını, yozlaştırıcı kokusunu içimize çekebilir ve ruhumuzu uyuşturabiliriz. O televizyon ki artık, peygamberin sünnetullah diye atfettiği evliliği paçavra yollarla, hayvani hislerin yaşandığı, maymun iştahlı ama bir o kadar da samimiyetten yoksun sevgi sözcüklerin havada uçuştuğu,  hiçbir şeyin anlam ifade etmediği dereceye indirmeyi başarmış. Oysaki evlilik yani aile kavramı bir toplumun ve medeniyetin temelini teşkil etmektedir. Bu temelin küçük bir sarsıntıya uğrayarak sapmaya uğraması, toplumun geri dönülemez bir yıkıma doğru sürükleneceği manasına gelir. Çok sevdiğimiz ve peşinden ahmakça koştuğumuz Batı, bunun en iyi örneğidir. Orada aile bağları kopmuş ve toplumları kendilerini büyük bir boşluğa doğru götürmüştür. Batı, bu boşluğunu eğlence, uyuşturucu ve cinsellik ile dolduruyor.

     Mevdudi' nin bir kitabında bu konu ile ilgili kurmuş olduğu sözler olayın ne kadar önemli olduğunu açığa çıkaracaktır. Mevdudi '' Nerede bir ahlaki çöküş, heva ve heveslerin peşinden gidiş, şehevi arzulara tapınış olursa, orada toplum ya da millet gerçekten korkunç bir tehlikeye varmış demektir. Evet, bir toplumun kadınıyla erkeğiyle, yaşlısı ve genciyle durumları bu olur ve hayvani arzularına esir olurlarsa, böylesi bir çirkefte bulanırlarsa; bu cinsel aşırılık onları ister istemez öylesine bir uçuruma yuvarlar ki; sonuçta doğal olarak o toplum ya da millet içinde helakın, yok oluşun ve ortadan kalkışın tüm nedenleri de var olur. ''  demiştir.


     

     Batılılaşma yolunda ilerleyen ülkemizin insanları da bu uğurda renklerini ve kokularını maalesef feda etmiştir. Bugün, ülkemde televizyonlara yayınlanan programlarda ahlaksızlığın, insani onurun, samimiyetin ve hayanın olmadığı evli insanları gördüğümde içim cız ediyor. Kültürümün, dilimin, dinimin beni var eden bütün değerlerimin Batı karşında küçük düşürülüşünü izlemek bana acı veriyor. Para için, araba için yani modern ilahlar için insanlığın çöpe atıldığını görmek acının yanında bana mahçubiyetliği de yaşamama neden oluyor. Sakın düşünmeyin mahçubiyetliğim bu onursuz kişilere, benim mahçubiyetliğim beni var eden bütün atalarımadır.

     Tarih bu yıkımlarla dolu birçok örneğe sahne olmuşken, yine o tarih birçok enkaz altından kalkan ve yeniden doğan medeniyetlerin, toplumların ayağa kalkışına da tanıklık etmiştir.  Bu umut, yani fıtratımızda var olan isyan edip var olma, bu mücadele de en büyük silahımızdır.